ZENCİLER BİRBİRİNE BENZEMEZ*
Kitabı bir solukta bitirdikten sonra kendi kendime “Tanrım, bu romandaki Mehmet Ali’ye benzeyen ne çok genç var, ülkemde hatta dünyada, diye hayıflandığımı hatırlıyorum. Vatanında bulamadıklarını yabancı bir ülkede, Fransa'da aramaya giden gençlerden birini anlatıyordu bu romanda Attila İlhan.
Öğretmenlik yıllarımdan tanıdığım, yoksulluğuna bir de ana baba yokluğu eklenen, çoğu kez çalıştığı atölyede yatıp kalkan, içindeki boşluğu ne yapsa dolduramayan sayısız çocuktan biri.
Usta yazarımız, Zenciler Birbirine Benzemez, romanıyla bizi 1950’lerin Paris’ine götürüyor. İkinci Dünya Savaşı bitmiştir. Savaşın mağlupları İtalya, Japonya ve Almanya işgal edilmiş; SSCB(Sovyet sosyalist Cumhuriyetler Birliği) Doğu Avrupa’yı Alman işgalinden kurtardığı için Avrupa’da büyük bir güç haline gelmiştir. Avrupa siyasi mültecilerle dolmuştur. İşte bu ortamda Attila İlhan, Fransa’ya farklı umutlarla gelmiş bir grup genci, Paris’te yakından tanıma fırsatı bulmuştur. Siyasi ya da ekonomik nedenlerle Fransa’ya giden Mısırlı El Barudi, İspanyol Hernandez, Yugoslavya’dan antikomünist Yankoviç, Çinli Chang bunlardan bazılarıdır… Her biri farklı bir coğrafyadan farklı kültürlerden gelmiştir.
Romanın kahramanı Mehmet Ali, İstanbul’da yetişmiştir. Aslında doğuludur fakat iç dünyasında doğuyla batının çatıştığını görürüz. Kendisini “toplumun tükürdüğü adam” sözleriyle tanımlayan Mehmet Ali, bir aylık turist vizesiyle gelmiştir Paris’e. Yaşamı yokluk ve yoksunluklarla geçmiştir. Yetimler yurdunda geçmiştir çocukluğu. Çok sigara içer, içkisiz edemez. Babasını hiç tanımamıştır. Hiç tanımadığı babasından nefret etmektedir, Mehmet Ali.
Sıcak bir yuvada geçmeyen çocukluk, yatılı okulların içini üşüten soğukluğu, onun içinde büyük bir boşluk yaratmıştır. Günün birinde bu boşluk, okulun kapıcısı Rüstem Ağa’nın sayesinde dolar: “Rüstem Ağa aldı bizi Allah’a götürdü... Eksikliğimiz birden değilse bile ağır ağır yükselen bir deniz gelmiş de bir kıyı mağarasını doldurmuş gibi tamamlanmıştı.” Mehmet Ali için namazlı oruçlu inanç günleri başlar. Her şey yoluna girecektir, İtaatkar olmak gerekir, sabırlı namuslu olmak...
Tevekkül günlerinin huzuru kısa sürer. Kendisi gibi yatılı okuyan ve tüm yakınlarını depremde kaybeden, Sadettin’in, veremden ölmesi, Mehmet Ali’nin iç dünyasında bir deprem etkisi yaratır. Geleceğe ilişkin tüm umutlarını, ve inançlarını yitirir. Artık dünyasına nefret, güvensizlik, amaçsızlık, umutsuzluk egemen olmuştur. İsyankar biri olur.
Karaköy’de bir atölyede çıraklık yapan, aynı işyerinde geceleri de kalan Mehmet Ali, askerlik dönüşü, kendi işyerini açar. Bugünlerde solcu gençlerle tanışır. Onlarla zaman geçirmeye başlar. Bunlar, orta sınıfa mensup ailelerin çocuklarıdır. Aynı siyasi görüşü paylaştığı bu gençlerle arasında ne çok uçurum vardır… Örneğin Süreyya’nın, kendisine aşağılayarak bakan biri olduğunu hisseder. Mehmet Ali gerçek bir emekçidir, yokluklardan geçip gelmiştir. Bu solcu gençlerin geldikleri yer, yürüdükleri yol, yaşam çizgileri çok farklıdır. Adları bile geldikleri kesimin aynasıdır: Ecet, Lale, Süreyya… Mehmet Ali, kendisi gibi emekçileri kurtarmaya soyunan bu gençlerin aslında kendi hayatlarını kurtaramamış olduğunu, üretimden kopuk hayatını görür ve yeni düş kırıklıkları yaşar.
Kendini arama yolculuğu, onu Paris’e kadar götürür. Yarım yamalak Fransızcası ile iletişim kurabildiği kadar otelde tanıştığı bu genç insanları tanımaya çalışır. Onlar da kendi ülkelerinin Mehmet Alileri, yazarımızın sözüyle "zencileridir".
Paris'te, arkadaşlıklar, dostluklar yüzeyseldir. Paralar bitince aşklar da bitmektedir. Yalnızlık ve ekonomik sorunlar, hemen herkes için sıradanlaşmıştır. Ortak konuşma konuları işsizlik, nerede nasıl iş başvurusu yapılacağıdır. Paris’te konaklayan yabancılardan belediyenin izniyle sokaklarda kağıt toplama işi bulan şanslı sayılmaktadır!
Vize süresi ve parası biten bu Afrika, Asya, İspanya, Avrupa kökenli gençleri, nasıl bir yazgı beklemektedir?
Başvurulacak çarelerden biri de Afrika’da bir Fransız sömürgesinde lejyoner asker (paralı yabancı asker) olmaktır.
Attila İlhan, Paris’te buluşturduğu gençlerin sonunun ne olacağını okurun hayal gücüne bırakır. Yazarımızın, 1953’te yayınlanan ilk romanı Sokaktaki Adam, ikinci romanı Zenciler Birbirine Benzemez ve Kurtlar Sofrası bir üçlemeyi oluşturur.
Zenciler Birbirine Benzemez, bir yönüyle Attila İlhan’ın emperyalist Batı karşıtı dünya görüşünün dışa vurulduğu bir gençlik romanıdır. Çağdaşlaşmayı Batılılaşmak olarak anlayan Mehmet Ali gibi gençlerin Paris’te karşılaştığı, bambaşka bir Batı’dır, onların sandığı hayal ettiği Batı değildir.
Bu saptamamızı, Attila İlhan’ın Hangi Batı adlı kitabındaki şu satırlar doğruluyor: “...Fransa’yı yabancılar ya romanlarından ya film ve şarkılarından tanır ve yanlış tanır. Bu yanlışlık hiç değilse bizim kuşağın aydınlarını Paris’lere gelip acı düşbozumları yaşamaya götürmüştür… Bizim gerçek İstanbul ile tenha Anadolu kasabalarının tozlu hanlarında destanlaşan İstanbul arasında ne ağır bir fark varsa, gerçek Paris’le dünyanın dört bir ucunda ünü dolaşan ‘rivayet’ Paris arasında o kadar ağır bir fark vardır.”(1)
“Evet bu şehir, 1789’un 1848’in şehridir; evet gerçeküstücüler olsun varoluşçular olsun ilk kavgalarını bu şehirde vermişlerdir; ama bu özgürlükler yatağı Paris’te bugün bile metro istasyonlarına “kahrolsun zenciler, kahrolsun Yahudiler” diye karanlık parolalar çiziktiren Parisliler de yaşar; muhalefet gazetelerinde otuz yıldır yeni bir tek hastane yapılmamış olduğunu ya da şehrin üçte bir binasında banyo bulunmadığını okursunuz. Ya Etoile Meydanı’nda metro ıskaraları üzerine yatmış kafayı çeken hane-berduş takımı ya yabancıları, turist bile olsa hor gören otelci ve garsonları, sizi dakika başında, kafanızdaki yanlış bir Paris fikrini düzeltmeye zorlar durur.” (2)
Attila İlhan, Hangi Batı'da Fransa'daki alt-proletaryadan söz eder. Zenciler Birbirine Benzemez'deki kişilerden bazıları işte bu alt-proletarya adayıdır. "İspanyollar, Portekizliler, Kuzey Afrikalı Müslümanlar, zenciler! Gerçekte bu adsız emekçiler, o cakalı grevlerini gazetelerde okuduğumuz Fransız işçi sınıfının altında bir çeşit alt-proletarya tabakasını oluşturuyorlar. Bir bakanın, biraz da övünerek dediği gibi Fransa'nın yabancı el emeğine ihtiyacı var; zira Fransız işçileri bazı işleri haysiyetine uygun görmediğinden, istemiyor, çalışmıyor." (3)
Ve Fransa'daki Afrika: "Şafakla Paris'e şöyle bir çıkın, şehri temizleyen çöpçülerin hep Afrika'nın bu bahtsız çocukları olduğunu göreceksiniz." (4)
Romanlarını tarihsel bir zemine oturtan yazarımızın Paris’ten ve İstanbul’dan izler taşıyan romanı bugün de bize ilham veriyor.
*Zenciler Birbirine Benzemez, Attila İlhan
(1) Hangi Batı, sayfa 28, Attila İlhan
(2) Age, sayfa 28-29
(3-4) Age, sayfa 51