Yasalarımızda ve Uluslararası Yasalarda Kadın Hakları


Yasalarımızda Kadın Hakları


İnsan haklarının siyasi amaçlarla kullanıldığını, çoğu zaman ulus devletleri parçalamak, etnik ve dinsel bölücüleri kışkırtmak amacıyla kullanıldığını biliyoruz; fakat çağımız insan hakları çağıdır. Bu gerçekten kaçamayız.

Günümüzde, insanlığın, devletlerin, yerel yönetimlerin ortak amacı insan haklarından herkesin yararlanmasını sağlamaktır.

Kadınların hakları tıpkı erkeklerin hakları gibi Anayasa güvencesine alınmıştır. Kadınların hakları insan hakları kapsamındadır.

Uluslararası sözleşmeler kadın haklarını günden güne ileriye taşımaktadır.

Anayasamızın 10. Maddesi kanun önünde eşitlik ilkesini düzenler.

“Herkes, di̇l, ırk, renk, ci̇nsi̇yet, si̇yasi̇ düşünce, felsefi̇ i̇nanç, di̇n, mezhep ve benzeri̇ sebeplerle ayırım gözeti̇lmeksi̇zi̇n kanun önünde eşi̇tti̇r. Kadınlar ve erkekler eşi̇t haklara sahi̇pti̇r.”

Anayasamızın 41. Maddesi aileyi düzenler.

“Aile Türk toplumunun temelidir ve eşler arası eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulamasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.”

Anayasada ve yasalarda kadını koruyan maddeler vardır. Bunlar aslında kadını korurken aileyi, anayı ve çocukları koruma amacı gütmektedir.

Her şeyden önce evlilik birliği içerisinde kadın ve erkek eşit haklara sahiptir. Artık aile reisliği kavramı Medeni Kanun'dan çıkarılmış bulunuyor. Kadın ve erkek ailede eşit oy hakkına sahiptir. Bu nedenle çocuklarla ilgili olarak verilecek kararlarda da eşlerin ortak hareket etmesi gerekir.

Medeni Kanun'un 186. Maddesi uyarınca “eşler aileyi birlikte yönetirler. Oturacakları konutu birlikte seçerler. Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıkları ile katılırlar.”

Uluslararası Sözleşmelerin Durumu:


Uluslararası sözleşmelerde İnsan Hakları konusunda cesur adımlar atıldı. Türkiye Cumhuriyeti de bu ilerici adımları atan devletlerden. Bunlardan en önemlisi, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, 10 Aralık 1948 günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca kabul edilmiştir. Oylamaya katılan BM üyesi 48 devletin temsilcileri “olumlu” oy vermiştir. Türkiye, “olumlu” oy verenler arasındadır.

Dünyada Suudi Arabistan, Güney Afrika gibi “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”ni imzalamayan, çekimser kalan ülkeler olduğunu, bunun yanında ülkemizin kadın hakları alanında büyük yol aldığını bilmeliyiz.

Ülkemizin sosyo ekonomik koşullarından ve yasaların uygulanmasından kaynaklanan sorunlar vardır, fakat bunlar zamanla aşılacaktır, aşılmak zorundadır, çünkü ailede ve toplumda barış, buna bağlıdır.

Hukukumuzda uluslararası sözleşmelerin önemi büyüktür.

Anayasamızın 90. Maddesine göre “usulüne göre yürürlüğe konmuş uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa mahkemesine başvurulamaz.”

Bu noktada Türkiye Cumhuriyetinin kabul ettiği uluslararası sözleşmelerin kanun hükmünde olduğunu ve herkesi bağladığını bilmek zorundayız.

Bu sözleşmelerden birisi (CEDAW) Kadına Karşı Her Tür Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’dir. (1986)

İkincisi Pekin Deklarasyonu’dur. (1995)

CEDAW’ın 3. maddesi devletlere, şöyle bir görev yüklemektedir: “Taraf Devletler kadınların tam olarak gelişmelerini ve ilerlemelerini sağlamak üzere, erkeklerle eşitlik temeline dayanan insan haklarını ve temel özgürlüklerini güvence altına almak ve kullanmalarını sağlamak amacıyla, mevzuat çıkarmak da dahil her alanda ve özellikle siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda gerekli her türlü tedbiri alır.”

Yasaların ve vicdanların hepimize verdiği görev ortadadır. Eğer devlet bu alanlara yetişemiyorsa, yerel yönetimler çözüm üretecektir.

Eşitlik ilkesi, ayrımcılık yasağı ve pozitif ayrımcılık birbirleri ile iç içe giren kavramlardır.

Etnik köken ayrımcılığı, dil, din, inanç ayrımcılığı yasaklanıyor. Bir yandan da olumlu ayrımcılık teşvik ediliyor.

Olumlu(pozitif) ayrımcılıkta ise bir eşitsizliğin giderilmesi için ayrımcılığın uygulanmasını gerekli kılıyor ki bu, eşitliği sağlamaya dönük bir işlem yükümlülüğüdür.

Bir işyerinde bin erkeğe karşılık elli kadın çalışan varsa kadın lehine ayrımcılık yapmalısın, diyor.

Bu emredici kuralları yaşama geçirmede her bireyin sorumluluk duyması, önlemlerin alınması için harekete geçmesi gerekiyor.

Uygulamada akla ilk gelenler, kadınlar ve çocukların güvenli bir ortamda yaşamasını sağlamak, gerekiyorsa onlar için konukevi, misafirhane, sığınma evi gibi güvenli yerler temin etmektir.
Mevcut konukevlerinin sayısı yeterli mi?

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’ne bağlı 110, belediyelere bağlı 32, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne bağlı bir ve Mor Çatı Sivil Toplum Kuruluşu’na bağlı bir tane olmak üzere toplam 3 bin 454 kapasiteli 144 kadın sığınma evi bulunuyor.

Kadın sığınma evi sayısı, kanunda yer alan maddenin öngördüğüne kıyasla oldukça az ve yetersizdir.

Belediyeler, sığınma evleri yanında kadın ve çocukların konuk edildiği konuk evlerini de uygulamaya geçirmelidir.

Yasalarımız belediyelere bu konuda görev veriyor.

Belediye Kanunu’nun 14. maddesine göre, büyük şehir belediyeleri ile nüfusu 100 binin üzerindeki belediyeler, kadınlar ve çocuklar için sığınma evleri açmak zorunda.

Çağımızda hemen hemen her alanda kadın ve erkeğin eşitliğinin sağlanması toplumsal barış, huzur ve mutluluk getirecektir. Kadın emeğinin üretime katkısının önündeki engeller aşıldıkça kadın ve erkek elbirliğiyle ülkenin kalkınmasına daha büyük katkılar sağlayacaktır.