Belediyeler, Macron ve Soykırım Yalanı

Gençlik yıllarımızda her 24 Nisan tedirgin bir bekleyişle geçerdi. 23 Nisan coşkusuna gölge düşüren sancılı bir bekleyiş: Avrupa, Amerika 24 Nisan için ne diyecek?

Bu sene, Fransız Cumhurbaşkanı Macron’un, 24 Nisan’ı Ermeni Soykırımı’nı anma günü ilan edeceğini öğrenince nedense hiç etkilenmedik. Geçmişte olduğu gibi kaygıyla değil şaşkınlıkla izledik; telaşlanmadık da.  Zaten kendisine gereken cevap her düzeyde yeterince verildi.

Sadece merak ettik…

Victor Hugo’nun, Jan Jak Russo’nun, Jean Paul Sartre’ın Fransasında hukuka bu kadar uzak düşen bir cumhurbaşkanı nasıl olabilir?

Sıradan bir vatandaşın bile anladığı AİHM kararını, sayın Macron, acaba hangi gizli amaçlarla görmezden geldi? Sadece kendisini değil Fransız halkını da neden gülünç duruma düşürdü?

Bu sorular zihnimizi meşgul ederken bir yandan da özeleştiri yapma fırsatı bulduk. Peki, biz, milletçe bu hukuk zaferini takdir edebildik mi? İnsanımıza anlatabildik mi?

Hükümet, üniversitelerimiz, hukuk fakültelerimiz, aydınlarımız, sanatçılarımız bu konuda üzerine düşen görevi yerine getirdi mi? Bu sorulara evet, diyebilseydik Macron, AİHM kararından(2013) altı yıl sonra yukarıdaki sözleri söyleyemezdi. Doğu Perinçek, adı geçince nedense bazılarının aklına hala “çiçek” geliyorsa vah Türkiye’nin haline. Sen Ermeni diyasporasını karşına al, uluslararası bir mahkemede zafer kazan, Türk milletinin alnındaki “soykırımcı” iftirasını sil, sonra yurttaşların bunu görmediği gibi, anlamadıkları, aslını bilmedikleri bir küçük ayrıntıyla seni ansınlar. Bu vatanı sevmek ne kadar zor ve acılı…

Sabırla bıkmadan yurttaşlarımıza anlatmaya devam edeceğiz. Hükümet, medya … bu işi yapmıyorsa belediyeler, siviltoplum örgütleri, tek tek bireyler yapacak.

Sayın Macron’a da bir kez daha hatırlatalım. Sayın Macron, o hikaye bitti.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Perinçek-İsviçre davası kararını, eğer okumadıysanız, inceleyiniz ya da hukukçulardan bilgi alınız.

Hukuk tarihine geçen bu önemli AİHM kararını, sizin gibi görmezden gelenler için tekrarlayalım:

“Soykırım” hukuki bir terim olup “katliam, kırım, karşılıklı kırım” gibi kavramlardan farklıdır.

Birleşmiş Milletler 1948 sözleşmesine göre soykırım suçunun işlendiğine Uluslararası Ceza Mahkemesi veya suçun işlendiği ülkenin mahkemesi(yetkili mahkeme) karar verebilir.

Bu nedenle 1915 olayları soykırım olarak nitelendirilemez.

Yahudi soykırımı yapanlar yargılanmış, yetkili mahkemelerde soykırım yaptıkları hükme bağlanmıştır. Oysa 1915 olayları için böyle bir yargı kararı yoktur.

Ceza hukukunun temel kuralı şudur: Kanunsuz suç olmaz.

"Soykırım" suçu 1948’de Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ile kabul edildiği için bu tarihten önce gerçekleşmiş olan 1915 olayları soykırım olarak nitelendirilemez.

Bu ön bilgilerden sonra mahkeme kararlarını hatırlayalım:

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin üç ayrı kararı ile 1915 olayları açıklığa kavuşturulmuş ve 100 yıllık yalanı tarihe gömmüştür.

Birinci karar:

AİHM 2. Dairesinin Perinçek-İsviçre Davası Kararı(17 Aralık 2013)

İkinci karar:

AİHM Büyük Dairesinin Kararı(15 Ekim 2015)

Üçüncü karar:

AİHM’in 28 Kasım 2017 tarihli kararı.

Türk ve dünya hukuk tarihine geçen bu önemli karar, başta hukuk doktoru sayın Doğu Perinçek’in akılcı stratejisinin ve Türk hukukunun zaferidir. Tıpkı Bozkurt-Lotus Davası gibi… Emeği geçenlerle gurur duyuyoruz.

Artık hukuk tarihimizde Bozkurt - Lotus Davası yanında gururla anacağımız bir hukuk zaferimiz daha var: Perinçek - İsviçre Davası.

Türkiye Cumhuriyeti bunca saldırı karşısında bugün ayakta kalabiliyorsa böyle hukuk zaferleri kazanabiliyorsa bunu Cumhuriyetin akıl ve bilimle atılmış sağlam temellerine borçluyuz.

Benim manevi mirasım akıl ve bilimdir diyen eşsiz önderimize bu vesileyle şükranlarımızı bir kez daha sunuyoruz.


https://www.aydinlik.com.tr/macron-24-nisan-i-ermeni-soykirimini-anma-gunu-olarak-ilan-etti-dunya-subat-2019

https://www.kaynakyayinlari.com/perincek-isvicre-davasi-p362605.html



Afet İnan’dan Özgecan Aslan’a Nasıl Geldik?

Neredeyse her gün bir kadın cinayeti haberi düşüyor gündeme. Ağıt yakmak yetmiyor. Ne yapmalı?

Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu(1) son üç yılda 1.184 kadınımızın öldürüldüğü bilgisini paylaştı. Son iki yılda kadın cinayetleri yüzde otuz artmış...

Ne yazık ki kadınlarımızı, kızlarımızı koruyamıyoruz.
Gelenekler, toplum yapısı, kızlarımızın yetişme süreci, ailenin kız çocuklarıyla ilgili tutumu, cinsiyet ayrımcılığı, ailenin sosyo ekonomik yapısı…
Tüm bu saydıklarımız kadın cinayetlerinde etkili; fakat Atatürk döneminde bu saydığımız koşullar daha mı iyiydi?

Yurt dışında bile kadınımızın canını, onurunu koruyan körpe cumhuriyet, neden koruyamıyor bugün?
Evet, yasalarımız, uluslararası yasalar, kadınlarımızın haklarını, can güvenliğini koruma altına aldı fakat bu yetmiyor. Uygulamadan kaynaklanan sorunlarımız var. Kadınlarımızın sorunlarına belediyeler yeterince önem veriyor mu?

Sığınma evleri, kadınlara hizmet veren konuk evleri yeterli mi?

Kadın istihdamında ne durumdayız?

Çalışan kadının başta kreş olmak üzere öteki sorunları çözüldü mü?

Hükümetlere, güvenlik görevlilerine, üniversitelere, yayın araçlarına, meslek örgütlerine, belediyelere hatta her bireye iş düşüyor.

En büyük görev ise belediyelere düşüyor. Belediyeler, kadınlara bir telefon kadar yakın olmak zorunda.

Atatürk’ten, çağdaş, laik, kamucu, devrimci Cumhuriyet’ten uzaklaşmanın bedelini kadınlarımız ödüyor. Öksüz bir Selanik göçmeninden Afet İnan(2) gibi bir bilim kadını yaratan Atatürk cumhuriyetinden Özgecan kızımız gibi üniversite öğrencilerini koruyamayan bir Cumhuriyet’e nasıl geldik? Vah bize! 11 Şubat 2019

(1) 9 Şubat 2019 tarihli Aydınlık Gazetesi
(2) Mazlumlar Coğrafyası Avrasya’nın Öncü kadınlarından, Afet İnan, Müzeyyen Susar.

Şiddetin Tanımı ve Kapsamı



Şiddet, dar anlamda, bir kişiye güç ve baskı uygulayarak isteği dışında bir şey yapmak veya yaptırmaktır, geniş anlamda ise insanların doğrudan veya dolaylı olarak bedensel veya manevi bütünlüğüne, mallarına, kültürel değerlerine zarar verecek şekilde davranmaktır.

Şiddeti Nasıl Tanıyabiliriz?

Şiddet, farklı biçimlerde karşımıza çıkabilir.
Doğrudan fiziksel saldırı biçiminde görülebilir: Öldürme, dövme, tokatlama, tekmeleme, evden kovma, itme, boğazına sarılma, eline geçirdiği cisimle saldırma…

Şiddet üstün teknolojik araçlarla ya da dolaylı biçimde uygulanabilir, zamana yayılmış olarak uygulanabilir: Açlıktan ölmeye terk etmek, yetersiz beslenme koşulları yaratmak.

İhmali davranışlarla uygulanabilir: Çocuk ve yaşlıların yiyecek, barınma, güvenlik, temizlik ihtiyaçlarının yeterli olarak sağlanmaması...
Duygusal, psikolojik istismar biçiminde şiddet uygulanabilir: Aşağılama, sürekli eleştirme, sevgi ve şefkat göstermeme, küçümseme, kişinin kendine güvenini yitirmesini neden olacak sözler söyleme...

Ekonomik istismar biçiminde uygulanabilir: Harçlık vermemek, çalışmasını önlemek, para harcamasına engel olmak, parasını elinden almak ...

Cinsel istismar biçiminde uygulanabilir:

Cinsel ilişkiye zorlamak, olağan dışı ilişkilere zorlamak...

Tehdit biçiminde şiddet uygulanabilir:

Dayakla, ölümle, intiharla tehdit etmek...

Hareket özgürlüğünü kısıtlamak, ailesi veya arkadaşlarıyla görüşmesini engellemek...

Dünyada Şiddetin Yaygınlığı


Şiddet sandığımızdan daha yaygındır, yapılan araştırmalar bunu kanıtlamaktadır.

Cinayete kurban giden kadınların yüzde kırkı yakınları tarafından öldürülmektedir.

Şiddete uğrayan yüz kadından sadece biri şikayette bulunmaktadır.

Yaşamları boyunca her 7 kadından biri en az bir kere tecavüze uğramaktadır.

Kadına yönelen şiddetin kadın tarafından algılanışı ve rasyonelleştirilmesi
nasıl olmaktadır?


Kadınlar, eşlerinden yakınlarından gelen şiddetin, işsizlik, pahalılık gibi dış etkenlerden kaynaklandığını düşünmektedir.

Kadınlar, şiddetin kendilerinden kaynaklandığını düşünmektedir. Örneğin, eşimden izin almadan sokağa çıktım, bu yüzden eşimi kızdırdım vb.

Kadınlar, çocukluktan başlayarak çaresiz olmayı , boyun eğmeyi öğrenmekte, bu yüzden şiddetle baş edemeyeceğini düşünmektedir.

Aile çevresinde benimsenen ya da benimsetilen “ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK” erkeğin baskı ve şiddet uygulamasına doğrudan veya dolaylı katkıda bulunmaktadır.

Çocukluk çağında aile içinde uygulanan şiddet, şiddete uğrayan çocuğun, kadının veya erkeğin dünya görüşünün tamamlayıcı bir parçası olmaktadır.

Aile içi şiddetin yaygınlığının kökeninde yatan etkenler nelerdir?


Aileye mensup olmanın öteki bireylerin yaşamına karışma hakkı vermesi.

Aile içi ilişkilerin yoğunluğu.

Cinsiyet farklılığına dayalı eşitsizlikler.

Yaş farklılıklarının ve kültürel farklılıkların olması.

Mağdurun evde her zaman yakında, aciz ve bağımlı durumda olması,

Öğrenilmiş çaresizliğin şiddeti körüklemesi.

Hukuk Tarihine Geçen Savunmalar



Hukuk Tarihine Geçen Savunmalar: Doğu Perinçek ve Sokrates

Ergenekon Davası yeniden gündemde. Böyle dönemlerde, hukukla, edebiyatla biraz ilgilenenlerin asla unutamadığı Sokrates’in Savunması kendini hatırlatır. Sokrates (MÖ 469-399), Antik Yunan filozofudur.

Hem hukuki hem edebi yönden dünya klasikleri arasında yer alan savunmayı, öğrencisi Platon’un kaleminden okuyoruz. MÖ 399’da Atina’da yapılan bu yargılamayla o dönemdeki hukuk sistemi, Sokrates’in felsefesi, ahlak anlayışı hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşıyoruz.

Büyük bilge savunmasında şöyle der: “Ben tanrının devletin başına sardığı bir at sineğiyim, her gün her yerde sizi dürtüyor, uyarıyor, azarlıyorum; peşinizi bırakmıyorum. Benim gibi bir kimseyi kolay kolay bulamayacaksınız. Onun için size kendinizi benden yoksun bırakmamanızı öneririm. Belki de ansızın uykusundan uyandırılan biri gibi canınız sıkılarak, Anytos’un (suçlayanlardan birisi) öğüdüne uyar, beni kolayca vurup öldürebileceğinizi sanır ve tanrı size acıyıp başka bir at sineği gönderinceye kadar, yaşamınızın geri kalanında gene uykuya dalarsınız.”*

Sokrates’in suçlanma nedeni şehrin tanrılarına inanmamak, onların yerine başka tanrılara inanmayı öğretmek, gençleri doğru yoldan ayırmak, onları zehirlemektir.

Atina Mahkemesi ve ‘beş yüzler meclisi’ denen jüri, bugün hayranlıkla okuduğumuz savunmadan ikna olmaz. Onu suçlayanların etkisinde kalarak ölüm cezası verir.

Sokrates’in aleyhine dava açılmasının asıl nedeni ise onun kendisini, diğer insanları, hayatı ve Atina’yı sorgulaması, insanları düşündürmesidir.

"Ben genç yaşlı hepinizi, vücudunuza, paranıza değil, her şeyden önce ruhun en yüksek eğitimine önem vermeniz gerektiğine inandırmaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyorum…
Evet benim görevim size parayla erdemin elde edilemeyeceğini, paranın da genel olsun, özel olsun her türlü iyiliğin de ancak erdemden geldiğini söylemektir… Hakkımda ister aklanma kararı verin ister vermeyin, her halde, iyice bilin ki bir değil bin kere ölmem gerekse bile yolumu asla değiştirmeyeceğim.”*


Bu sözlerle o dönemin egemen güçlerini de uyarır, Sokrates.

Yoksulluğu hayat tarzı olarak seçen bu büyük bilge, kendi deyişiyle Atina’nın at sineği, borçlu ölür. Dostu Kriton’a son sözleri şu olur: “Kriton, Askulpios’a bir horoz borçluyum, ödemeyi unutmazsın değil mi?”

Sokrates’ten yaklaşık 2400 yıl sonra Ergenekon Davası sanıklarından Dr. Doğu Perinçek’ten Wikileaks belgelerinde şöyle söz edilecekti: “Tanınmış bir solcu, milliyetçi at sineği olan Perinçek…”

Sokrates Atinalıları nasıl uyarmışsa o da Silivri mahkemesinden Türkiye’yi şöyle uyarıyordu:

“...Kahramanları intihar eden bir millet ayakta kalamaz! Kahramanları intihar eden bir ordu, savunma yeteneğini kaybeder! Kahramanları intihar eden bir ülkenin yargısı, başka bir devletin infaz memuru durumuna dönüşür. Şu anda Türk yargısı ABD’nin infaz memurluğuna dönüşmektedir. Hayretler içinde kaldık. Eski YÖK Başkanı, ben sapına kadar Amerikancıyım, diyor. Yani diyor ki, ben suçsuzum, ben Amerikancıyım, beni neden aldınız. Demek ki Türk Ceza Kanunu değişmiş. Koskoca eski Genelkurmay Başkanı diyor ki, ben Kuzey Irak’ta 1995 yılında Çelik Harekatı’nı yaptım. Kardak Operasyonu’nu yaptım. ABD’ye karşı operasyonlar yaptım, benim suçum budur, diyor. 1998-2002 yılları arasındaki Genelkurmay Başkanı da diyor ki, benim hedef alınmamın sebebi Amerika’nın Kuzey Irak politikalarına karşı durmamdır.”**
Son yıllarda ne çok şey öğrendik… Bağımsızlığını, bağımsız yargısını, Cumhuriyetini, Atatürk devrimini yitiren Türk Milletinin intihar etmekte olduğunu bu tarihi savunmadan öğrendik. Türkiye’ye kurulan kumpasların boyutunu, kayıplar vere vere öğrendik.

Kuşkusuz bu tarihi savunma da dünya hukuk tarihindeki yerini alacak, hukuk fakültelerinde geleceğin hukukçuları tarafından tıpkı Sokrates’in Savunması gibi ibretle incelenecektir. Ne mutlu bize!

*  Sokrates’in Savunması, sayfa 65-66

Platon, çeviri, Niyazi Berkes, Cumhuriyet Kitap.

** 22 Ocak 2009'da Doğu Perinçek'in Silivri'de Tarihi Savunması



Şiddete Karşı Yasal Haklarınız Nelerdir?



Öncelikle en yakın karakola giderek şikayet ediniz.

Karakolda, şikayetinizin tutanağa geçmesi için ısrar edip tutanağı OKUDUKTAN SONRA, eğer sizin söyledikleriniz aynen zapta geçirilmişse imzalayınız.

Müracatınızın tarih ve numarasını alınız veya bir örneğini alınız.

Karakol sizi hekime gönderebilir.

Bu nedenle HÜKÜMET TABİBİ veya ADLİ TIP’a gönderildiğinizde mutlaka muayene olup, sağlık raporu alınız.

Bu sağlık raporunun süresi, savcılığının kamu davası açmasını gerektiriyorsa , savcı şiddet uygulayan eş aleyhine kamu davası açacaktır.

Cumhuriyet savcısının kamu davası açmaması durumunda, siz şiddet uygulayan eş aleyhinde ceza davası açabilirsiniz.

Aile içinde şiddete uğrayan eş, ceza davası dışında boşanma davası açabilir. Manevi tazminat isteyebilir.

Ceza Yasası’nın 478. Maddesi “ Aile efradından birine fena muamelelerde bulunan şahıs, 30 aya kadar hapsolunur.” diyerek, aile içi şiddeti cezalandırmıştır.

Şiddete uğrayan eş, boşanmak istemezse SULH HUKUK MAHKEMESİ’ne başvurarak ayrı ikamet etme talebinde bulunabilir.

4320 SAYILI AİLEYİ KORUMA YASASI’nın sağladığı koruma tedbirlerinden birinin uygulanması talebiyle BULUNDUĞUNUZ YER SULH HUKUK MAHKEMESİ'ne başvurabilirsiniz. Bu yasa sayesinde şiddete karşı yasal önlemler hem çoğaltılmış hem de uygulamada mağdur lehine kolaylıklar getirilmiştir.

Şiddete uğradınız ve 4320 sayılı yasadan yararlanmak istiyorsunuz hangi adımları atacaksınız?


Şikayetinizi anlatan bir dilekçeyle bulunduğunuz yer SULH HUKUK MAHKEMESİ’ne veya CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’na başvurunuz.

Şikayeti inceleyen Sulh Hukuk Yargıcından neler isteyebilirsiniz?


Şiddet uygulayanın,
Ortak eve yaklaşmasının yasaklanmasını, evden uzaklaştırılmasını,
Telefonla veya mektupla sizi rahatsız etmesinin önlenmesini,
Aile bireylerini korkutmaya yönelik davranışlarının yasaklanmasını,
Eşyalara zarar vermesinin yasaklanmasını,
Silahı varsa elinden alınmasını,
Ortak konutta alkol ve uyuşturucu madde kullanmasını yasaklamasını,
Alkol, uyuşturucu madde kullanmış olarak ortak konuta gelmesinin yasaklanmasını,
Özel durumunuzun gerektirdiği başka önlemlerin alınmasını isteyebilirsiniz.
BU ÖNLEMLERİN UYGULANMA SÜRESİ 6 AYDIR.
4320 Sayılı yasanın öngördüğü tedbirlerin uygulanması sırasında evin geçimini kim sağlayacaktır?
Hakim, şiddete uğrayan eşin yaşam düzeyini dikkate alarak, tedbir nafakası ödenmesine karar verebilir. Tedbir nafakası talebinde bulununuz.

ŞİDDET UYGULAYAN ÖNLEMLERE UYMAZSA?


Şiddet uygulayan kişinin tedbir kararlarına uymaması halinde kolluk güçlerinin bu durumu tespit etmesi ve CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’na intikal ettirmesi gerekir. Cumhuriyet Başsavcılığı, koruma kararına uymayan eş hakkında SULH CEZA MAHKEMESİ’nde kamu davası açar, mahkeme, şiddet uygulayana 3 ay ile 6 ay arasında hapis cezası verebilir.

4320 SAYILI YASA UYARINCA YAPACAĞINIZ BAŞVURULAR HARCA TABİ DEĞİLDİR; HİÇBİR ÜCRET EDEMEYECEKSİNİZ.

Yasalarımızda ve Uluslararası Yasalarda Kadın Hakları


Yasalarımızda Kadın Hakları


İnsan haklarının siyasi amaçlarla kullanıldığını, çoğu zaman ulus devletleri parçalamak, etnik ve dinsel bölücüleri kışkırtmak amacıyla kullanıldığını biliyoruz; fakat çağımız insan hakları çağıdır. Bu gerçekten kaçamayız.

Günümüzde, insanlığın, devletlerin, yerel yönetimlerin ortak amacı insan haklarından herkesin yararlanmasını sağlamaktır.

Kadınların hakları tıpkı erkeklerin hakları gibi Anayasa güvencesine alınmıştır. Kadınların hakları insan hakları kapsamındadır.

Uluslararası sözleşmeler kadın haklarını günden güne ileriye taşımaktadır.

Anayasamızın 10. Maddesi kanun önünde eşitlik ilkesini düzenler.

“Herkes, di̇l, ırk, renk, ci̇nsi̇yet, si̇yasi̇ düşünce, felsefi̇ i̇nanç, di̇n, mezhep ve benzeri̇ sebeplerle ayırım gözeti̇lmeksi̇zi̇n kanun önünde eşi̇tti̇r. Kadınlar ve erkekler eşi̇t haklara sahi̇pti̇r.”

Anayasamızın 41. Maddesi aileyi düzenler.

“Aile Türk toplumunun temelidir ve eşler arası eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulamasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.”

Anayasada ve yasalarda kadını koruyan maddeler vardır. Bunlar aslında kadını korurken aileyi, anayı ve çocukları koruma amacı gütmektedir.

Her şeyden önce evlilik birliği içerisinde kadın ve erkek eşit haklara sahiptir. Artık aile reisliği kavramı Medeni Kanun'dan çıkarılmış bulunuyor. Kadın ve erkek ailede eşit oy hakkına sahiptir. Bu nedenle çocuklarla ilgili olarak verilecek kararlarda da eşlerin ortak hareket etmesi gerekir.

Medeni Kanun'un 186. Maddesi uyarınca “eşler aileyi birlikte yönetirler. Oturacakları konutu birlikte seçerler. Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıkları ile katılırlar.”

Uluslararası Sözleşmelerin Durumu:


Uluslararası sözleşmelerde İnsan Hakları konusunda cesur adımlar atıldı. Türkiye Cumhuriyeti de bu ilerici adımları atan devletlerden. Bunlardan en önemlisi, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, 10 Aralık 1948 günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca kabul edilmiştir. Oylamaya katılan BM üyesi 48 devletin temsilcileri “olumlu” oy vermiştir. Türkiye, “olumlu” oy verenler arasındadır.

Dünyada Suudi Arabistan, Güney Afrika gibi “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”ni imzalamayan, çekimser kalan ülkeler olduğunu, bunun yanında ülkemizin kadın hakları alanında büyük yol aldığını bilmeliyiz.

Ülkemizin sosyo ekonomik koşullarından ve yasaların uygulanmasından kaynaklanan sorunlar vardır, fakat bunlar zamanla aşılacaktır, aşılmak zorundadır, çünkü ailede ve toplumda barış, buna bağlıdır.

Hukukumuzda uluslararası sözleşmelerin önemi büyüktür.

Anayasamızın 90. Maddesine göre “usulüne göre yürürlüğe konmuş uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa mahkemesine başvurulamaz.”

Bu noktada Türkiye Cumhuriyetinin kabul ettiği uluslararası sözleşmelerin kanun hükmünde olduğunu ve herkesi bağladığını bilmek zorundayız.

Bu sözleşmelerden birisi (CEDAW) Kadına Karşı Her Tür Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’dir. (1986)

İkincisi Pekin Deklarasyonu’dur. (1995)

CEDAW’ın 3. maddesi devletlere, şöyle bir görev yüklemektedir: “Taraf Devletler kadınların tam olarak gelişmelerini ve ilerlemelerini sağlamak üzere, erkeklerle eşitlik temeline dayanan insan haklarını ve temel özgürlüklerini güvence altına almak ve kullanmalarını sağlamak amacıyla, mevzuat çıkarmak da dahil her alanda ve özellikle siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda gerekli her türlü tedbiri alır.”

Yasaların ve vicdanların hepimize verdiği görev ortadadır. Eğer devlet bu alanlara yetişemiyorsa, yerel yönetimler çözüm üretecektir.

Eşitlik ilkesi, ayrımcılık yasağı ve pozitif ayrımcılık birbirleri ile iç içe giren kavramlardır.

Etnik köken ayrımcılığı, dil, din, inanç ayrımcılığı yasaklanıyor. Bir yandan da olumlu ayrımcılık teşvik ediliyor.

Olumlu(pozitif) ayrımcılıkta ise bir eşitsizliğin giderilmesi için ayrımcılığın uygulanmasını gerekli kılıyor ki bu, eşitliği sağlamaya dönük bir işlem yükümlülüğüdür.

Bir işyerinde bin erkeğe karşılık elli kadın çalışan varsa kadın lehine ayrımcılık yapmalısın, diyor.

Bu emredici kuralları yaşama geçirmede her bireyin sorumluluk duyması, önlemlerin alınması için harekete geçmesi gerekiyor.

Uygulamada akla ilk gelenler, kadınlar ve çocukların güvenli bir ortamda yaşamasını sağlamak, gerekiyorsa onlar için konukevi, misafirhane, sığınma evi gibi güvenli yerler temin etmektir.
Mevcut konukevlerinin sayısı yeterli mi?

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’ne bağlı 110, belediyelere bağlı 32, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne bağlı bir ve Mor Çatı Sivil Toplum Kuruluşu’na bağlı bir tane olmak üzere toplam 3 bin 454 kapasiteli 144 kadın sığınma evi bulunuyor.

Kadın sığınma evi sayısı, kanunda yer alan maddenin öngördüğüne kıyasla oldukça az ve yetersizdir.

Belediyeler, sığınma evleri yanında kadın ve çocukların konuk edildiği konuk evlerini de uygulamaya geçirmelidir.

Yasalarımız belediyelere bu konuda görev veriyor.

Belediye Kanunu’nun 14. maddesine göre, büyük şehir belediyeleri ile nüfusu 100 binin üzerindeki belediyeler, kadınlar ve çocuklar için sığınma evleri açmak zorunda.

Çağımızda hemen hemen her alanda kadın ve erkeğin eşitliğinin sağlanması toplumsal barış, huzur ve mutluluk getirecektir. Kadın emeğinin üretime katkısının önündeki engeller aşıldıkça kadın ve erkek elbirliğiyle ülkenin kalkınmasına daha büyük katkılar sağlayacaktır.