Vatansızların hazin sonu romanlara konu olmuştur.
Yakın geçmişimizde Lozan’dan sonra sürgün edilenler 150’likler olarak anılır. Aralarında başta Vahdettin olmak üzere bakanlar, meclis üyeleri, Sevr Antlaşmasını imzalayanlar ve bazı gazete sahipleri vardır. En tanınanları, Ali Galip, Çerkes Ethem, Sait Molla, Refik Halit Karay ve yurtseverlere idam cezası yağdıran Nemrut Mustafa’dır.
Atatürk döneminde, 1938’de, bunlara af getirilmiş fakat çoğu yurda dönmemiştir. 150’likler, tüm vatansızların yazgısını paylaşır. Tıpkı Cengiz Dağcı’nın Yurdunu Kaybeden Adam romanındaki Sadık Turan gibi.
Atamızın dediği gibi “Vatanın müdafaası mecburiyeti olmadıkça savaş bir cinayettir.” Savaşı cinayet olarak tanımlayan fakat gerektiğinde en azılı düşmanlara meydan okuyan Atamız, insanlık tarihinin en onurlu sayfasında yerini aldı. O, engin birikimi ve tarih bilinciyle içinde yaşadığı süreci doğru değerlendirmiş ve kararını vermişti: Esir olup onursuz bir hayat yaşamaktansa savaşmak, onuruyla ölmek yeğdir.
Savaş zamanlarında en korkunç duruma düşenlerin, çeşitli nedenlerle safını iyi seçemeyenler ve düşmanla iş birliğine girenler olduğunu tarih bize gösteriyor. Büyük yazarların özellikle savaş romanlarında bu temayı işlediğini görürüz. Yurdunu Kaybeden Adam bu romanlardan biridir. Vatansız kalanların hazin sonunu anlatır.
İkinci Dünya Savaşı’nda Rusya içlerine ilerleyen Almanlar, savaşta esir düşen Türklere Türkistan ve istiklal” vadederek Nazi üniforması giydirir; onları, Rusya’ya karşı kullanır. Sadık Turan da Türkistan ve istiklal hayaline kapılanlardan biridir. Nazi üniforması içinde Alman ordusuyla birlikte, Türkistan hayali uğruna Rus ordusuna karşı savaşır: Bu savaşta düştüğü trajik durumu anlatan şu sözleri ibret vericidir: “1942 yılının baharında Alman ordusunun kadrosu içinde Türk aslından esirlerle Türkistan Lejyonu teşkil edilmiş, bizler de yeniden asker olmuştuk. Alman üniformasıyla halimiz hem gülünç hem de acıklıydı galiba. Ama biz bunu ne fark edebiliyor ne de aklımıza getiriyorduk…”
Alman komutanların verdiği eğitimlerde, milli duygular dinsel hassasiyetlerle harmanlanıp bu savaşın haklılığına inandırılan Türkler, cephede bu kirli savaşın dehşetini ölerek öldürerek yaşar.
Cephe gerisinde yaşanan trajedileri Sadık Turan’ın babası şöyle anlatır: “Kurtuluş günü geliyor diye hepimiz Almanları bekledik ama yanılmışız Sadık… Kurtuluş değil kan ve ölüm getirdiler memlekete. Binlerce Kırımlıyı kurban ettiler. Şehir kenarına çıkarıp kendilerine kazdırdıkları çukurların başında vurdular…”
Almanların komutasında savaşırken acı gerçeği geç de olsa anlayan binlerce Türk, mezarsız ölüler arasında yerini alır, kimisi Alman komutanların emrine itaatsizlikten idam edilir. Bazıları daha da talihsizdir: Kendi silah arkadaşlarını Alman komutanın emriyle kurşuna dizmek zorunda kalır. sonuçta , Almanlarla birlikte yenilgiyi, bozgunu yaşar.
Savaşın sonunda Sadık Turan’ı mülteci olarak görürüz. Kızılhaç Cemiyetine tezkere için başvurduğunda memurun “Nationality?” sorusuna verecek cevap bulamaz. Vatanıyla birlikte dilini de kaybetmiştir... Başvuru kağıdına “No nationality” (vatansız) yazılır. Sadık Turan ebediyen vatansız kalmıştır.
Tarihin insanları seçim yapmak zorunda bıraktığı anlar vardır. Bu seçim kimilerini, roman kahramanı Sadık Turan gibi vatansız bırakabiliyor.
Emperyalistlerin üniformasını giyenler, onlarla işbirliği yapanlar dün olduğu gibi bugün de vatansız kalmaya mahkumdur. Nisan 2017
Yurdunu Kaybeden Adam, Cengiz Dağcı, Ötüken Neşriyat