Romanın Penceresinden Tarihe Bakmak: Bozkırın Efendisi*

Bizim İpek Yolu olarak öğrendiğimiz, günümüzdeki adıyla “Bir Kuşak Bir Yol” diye anılan ulaşım ağı projesi Türkistan coğrafyasını dünyanın gündemine taşıdı. Bu dev demir ve deniz yolu ağının, Türkiye’yi de içine alacağı ve üç milyar insanı etkileyeceği dile getiriliyor. Toplumun hemen her kesimi bu projeyi konuşuyor. Ne gariptir ki birdenbire Çin’in Uygur Türklerine yaptığı zulüm gündeme geldi, daha doğrusu getirildi.

Kısa bir süre önce okuduğum bir tarihi roman, Bozkırın Efendisi, tam bu coğrafyanın günümüzden yaklaşık 1300 yıl önceki durumunu, İpek Yolu’nun Çin’e yakın bir bölgesini ele alıyordu. İnsanlık tarihi açısından bakarsak günümüze çok da uzak sayılmaz, yaklaşık yirmi beş kuşak önceki Türkistan coğrafyası: Al gözüm seyreyle: Boylar, kavimler, prenslikler, göçebe avcı topluluklar... İlk satırından son sayfasına kadar beni esir alan ender eserlerden biri oldu dersem abartmış olmam. Her yaştaki her düzeydeki okuruna söyleyecek sözü olan, tarihten, coğrafyadan, toplumbilimden, mitolojiden ve folklordan beslenmiş içeriği oldukça zengin bir roman.

2015’te Oğlak Yayıncılık tarafından yayınlanan Bozkırın Efendisi, Türk tarihinde büyük bir kırılmanın yaşandığı dönemi, Göktürk İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Türkistan coğrafyasının (Orta Asya’nın) karanlık dönemini ele alıyor.

Kısaca konusundan söz edersek, 630’da Göktürk Devleti bağımsızlığını yitirdikten sonra Türk boyları, güçlü derebeylere ve Çin'e vergi ödeyerek yaşamak zorunda kalır. Bu hayat onur kırıcı, zorluklarla dolu, her yönden gelebilecek saldırılara açık, güvenli olmayan bir hayattır. Türk boylarının at ve koyun sürüleri en önemli zenginliğidir; vergiler bunlar üzerinden alınmaktadır. Giderek artan vergiler yüzünden açlık tehlikesi hiç bitmemektedir. Doğa koşulları özellikle kış mevsiminde hem kendileri hem de hayvanları için acımasızdır. En zoru özgürlüğünü, bağımsızlığını yitirmektir.

Bu coğrafyada, henüz devlet örgütlenmesine ulaşmamış, avcılıkla, hayvancılıkla geçinen sınıfsız topluluklar arasındaki ilişkiler, o döneme özgü tarihsel, toplumsal koşullara uyarlanan hegemonya kavgaları, romanın tamamına damgasını basmış diyebiliriz. Henüz avcılık aşamasındaki bu sınıfsız topluluklar, boylar sürekli hareket sürekli savaş halindedir. Bu savaşlara nesnel bir gözle bakarak dönemin atmosferini başarıyla anlatmış yazar. Ne katliam, ne de soykırım edebiyatı yapılmış.

Roman, karakterler ve kişiler yönünden de oldukça zengin. Baş kahraman Aybars, oğlu Teko Alp, torunu Eçine, Türk beyleri Katan Mergen, Salur Alp, Begrek Han, Kao-kü boyu prensi Manguri, Tung Kuan Kalesi’nde yaşayan derebeyi Kara Hiuan, onun güzel, hırslı kızı prenses Orbay; prensese deli gibi aşık cüce Yang-li, cellat Şanşekey, şamanlar Argıl ve Dalluci, destancı Çu-şu ve daha nice ilginç kişi... Savaşçı kahramanlar, misyonerler, tüccar kılığındaki casuslar, savaşmadan rüşvetle ve birtakım vaatlerle elde edilen kimliksiz liderler...

Okudukça, tarihsel, toplumsal, kültürel bir şölenin içinde buluyoruz kendimizi. Kah gizemli bir kalede, kah kara buduna mensup bir Aşina boyuna(Türk tarihinde önemi olan bir boy) mensup bir Türk’ün çadırında, kah bir dağda sürüyor maceralar. Ulaşımın atlarla, savaşların ok, yay ve kılıçla göğüs göğüse yapıldığı dönemler. O döneme özgü kahramanlar, biliciler, şamanlar, çaşıtlar(casuslar) misyonerler ve gerilimi giderek yükselen olaylar zinciri. Lise edebiyat kitaplarında adını duyup gözümüzde canlandıramadığımız “yoğ” törenleri, balballar… Anadolu’ya oldukça uzak bir coğrafyada ve uzak geçmişte yaşamış dili, kültürü bizi andıran karakterler. Asya’nın en doğusundan Anadolu’ya ne çok şey getirmişiz, dedirtiyor.

Romanda Şamanizme özgü inanışlarla çok sık karşılaşıyoruz: Gök Tengri, yerin tanrısı Erklig, kötü ruh Kuday Yayuçi… Zaman zaman gerçeküstü ögelere de yer verilmesi okuru rahatsız etmiyor, tersine bu varlıklar o dönemin inanışlarını açıkladığı için anlatımı zenginleştiriyor. Büyülü Yada taşı, doğaüstü sezgilere ve güce sahip Kurday kuş, yeraltı tanrısıyla iletişim kuran büyücü Kenjeke gibi. Romanın en sevimli karakterleri ise destan anlatıcıları, onlar gelecekten söz ediyor, umutları, özgürlük hayallerini masallara döküp çocuklara anlatıyor, dayanılmaz yaşam koşullarında umudu besliyorlar.

Bozkırın Efendisi, Anadolu Türkleriyle uzak ataları Türkistan (Orta Asya) Türkleri arasında kültür köprüsü kurması açısından da önemli.

O dönemin güçlü derebeylerinin, egemenliğini yaymak için başvurduğu yolları okurken günümüzün sömürgeci devletlerinin politikalarını görür gibi oluyoruz. Sanki dünü anlatırken bugünü anlatmış yazar. Dünün hegemonya savaşlarıyla bugünküler nasıl da benziyor.

Romanın değerli bulduğum bir başka özelliği de insanın yabancılaşmasını o döneme özgü maceralar aracılığıyla göstermesi.

Roman, yazılı hukuk kurallarının, düzenli devlet örgütlenmesinin olmadığı bir dönemde sözlü kültürün ne kadar önemli olduğunu, özellikle dilin birleştiriciliğini göstermesi yönünden de önemli mesajlar veriyor. Bölüm başlarına yerleştirilen ve bölümün içeriğine ışık tutan özlü sözler romana ve özellikle o bölüme ilgiyi daha çok arttırıyor: Karga şahin yavrusunu yuvasında barındırmaz. Kısrak tekmesi atı incitmez.Geçidini bilmediğin suya ayağını atma. Her bildiğini söyleme, her söylediğini bil. Sürü tersine dönerse uyuz keçi öne düşer. Söz verme, verdinse dönme. Kararsız kaldığın zaman iyiliğin tarafını tut.

Kitabın sonundaki kaynakçadan yazarın, yerli ve yabancı yetmişi aşkın kaynağa başvurduğunu görüyoruz. Bunlardan otuz dokuz tanesi iki bin yılı sonrası yayımlanmış güncel kaynaklar. Aralarında, Haluk Tarcan’ın Ön-Türk Tarihi, Doğu Perinçek’in Bozkurt Efsanesi ve Gerçek, Ahmet Taşağıl’ın Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Boyları, İbrahim Dilek’in Altay Destanları, Kazım Mirşan’ın Dinlerin Gelişimi, Erken Türk Dininden Doğan Dinler gibi önemli kitaplar var. Bunların yanı sıra Orhun Abideleri, Dede Korkut Hikayeleri, Kutadgu Bilig, Türk Destanları gibi Türk Edebiyatının önemli temel eserlerine de başvurulmuş. Bu özelliğiyle lise öğrencileri, Türk Dili ve Edebiyatı öğrenimi gören üniversite öğrencileri ve tarihi romanlara ilgi duyanlar için çok isabetli bir kitap seçimi olacağını düşünüyorum.

Bozkırın Efendisi, batı kaynaklı tarih tezlerini esas alarak ve Yunan mitolojisini yücelterek yazılan tarihi romanlardan bezenler için de çok değerli bir seçenek.

Emekli bir edebiyat öğretmeni olarak oldukça düzeyli bir edebi dille karşılaştığım Bozkırın Efendisi, konusuyla, kurgusuyla, her bölümün başında yer alan -yazarın kendisine ait- özgün resimleriyle, okurun ilgisini dorukta tutmayı başarıyor. Romanı severek okuyan bir okur olarak bir beklentimi dile getirmek isterim: Bu romanın devamı gelmeli.

Murat Kınıkoğlu gibi hem hekimlik mesleğini hem de yazarlığı kısaca yaptığı her işi ciddiye alan, araştırmacı insanlara ne çok ihtiyacımız var. Kitap kurtlarına bu kitabı 2019’da okuma listelerine almalarını öneriyorum.


Müzeyyen Susar

*Dr. Murat Kınıkoğlu, Oğlak Yayınları, Roman, 2015, 1. baskı