KONSTANTİNİYYE OTELİ, Zülfü Livaneli



Konstantiniyye Oteli, psikolojik derinliği olmayan karakterleriyle, mezhep ve etnik ayrımcılığı kaşıyan kişi ve olaylarıyla akılda kalıyor. Bizans’ın Konstantiniyye’sini ve İstanbul’umuzu tüm zenginliğiyle anlatan bir roman bekleyenlerde düş kırıklığı yaratıyor.

Zülfü Livaneli’nin Konstantiniyye Oteli, dünü ve bugünüyle İstanbul’u anlatma iddiasıyla 2012-2015 yılları arasında yazılmış.

Romanın konusunu Konstantiniyye Oteli’nin açılış gecesinde yaşananlar diyebiliriz. Geceye katılan ve on masaya yerleştirilmiş üç yüz konukla bu konukların bugünkü konumlarına nasıl geldikleri, gelecekte başlarına gelecek olaylara da yer veriliyor. Öte yandan yakın geçmişteki önemli toplumsal olayların da romana girdiği görülüyor: Gezi direnişi, intihar bombacıları, Uludere olayı…

Romanda ana olay ve ona bağlı yan olaylar klasik roman tarzında olduğu gibi verilmiyor; kişiler neredeyse aynı derinlikte ve yüzeysel olarak işleniyor. Birçoğu zenginliğiyle, bazıları iktidara yakınlığıyla tercih edilen tipler: Holding sahibi Ergun Bey, İmparator lakaplı Kazak iş adamı ve eşi Tanya, ihale kralı, muhafazakar yandaş iş adamı, banka sahibi, akademik çevrede tanınmış profesörler, antikacı, film yıldızı, gazeteci... Bizans İmparatorları Justinianos, Konstantinos ve Fatih Sultan Mehmet gibi tarihi kişiler de geçmişe yapılan kısa yolculuklarda ele alınıyor.

Roman değişik başlıklar altında yetmişin üstünde küçük bölümden oluşuyor. Bir buçuk sayfadan oluşan kısa kısa bölümler çoğunlukta, fakat yirmi sayfayı aşan bölüm de var.

Gezi direnişi sırasında başına gaz kapsülü isabet eden İnsan Kaynakları Müdürü Zehra Ertan ve sevgilisi Emre Karaca’nın inişli yokuşlu ilişkileri romanın omurgasını oluşturuyor.

Romanda büyülü gerçekçilik akımının etkileri görülüyor. Gerçeklikten zaman zaman uzaklaşılarak düşlere, cinlere, sohbet eden ölülere, hatta konuşan organlara yer veriliyor. Özellikle Emre Karaca’nın anlatıldığı bölümde “Boş Ev” adlı Kore yapımı filmden ve Duşan Kovaçeviç’in “Profesyonel” oyunundan etkilenilmiş olduğu izlenimi uyanıyor.

Kuşkusuz edebiyat eleştirmenleri romanı her yönden ele alıp değerlendirecektir. Edebi yönünün ötesinde, bu yazıda vurgulamak istediğim, romanda okuru derinden yaralayan iddialar ve görüşler.

Örneğin, “Roboski hâlâ kanıyor” başlığı altındaki olay ve değerlendirmeler ana konudan uzaklaşarak tartışmaların ve siyasi yorumların önünü açıyor. Masum Kürt çocuklarının ağzından milli marşımız için çok çirkin bir türkü eleştirisi yapılması romanın ne adıyla ne de konusuyla bağdaşıyor (sayfa 153). Bu eleştirilerin toplumun en saf kesimi olan çocuklara yaptırılması okuru rahatsız ediyor. Ayrıca toplumsal gerçekliği zorlayan bir anlatım dikkati çekiyor.

Aynı bölümde, Kürt yurttaşlarımıza zulüm yapıldığı iddialarına da yer veriliyor. Uludere olayı, Şırnaklı garson aracılığıyla, etnik bir zulüm olarak sergileniyor: Türkiye’de otuz dört değil, otuz dört bin Kürt çocuğu ölse, kimsenin bunun hesabını sormayacağı dile getiriliyor (sayfa 157). Uludere’de yaşananlar için, garsona, katilin Ankara ve genelkurmay başkanı olduğu saptaması yaptırılıyor (sayfa 157). Ayrıca Uludere adının Roboski biçiminde geçmesi de yazarın siyasi bir tercih içinde olduğu kuşkusu uyandırıyor.

Bizans döneminden 2015’e kadar geniş bir zaman dilimini kapsayan tarihsel olay ve kişilere yer verilen romanda, işgal yıllarından, Mustafa Kemal’den söz ediliyor mu diye merak ediyor olabilirsiniz.

İstanbul’u, dolayısıyla yurdu işgalden kurtaran Mustafa Kemal, onun İstanbul’da bulunduğu mekanlar romanda hiçbir biçimde yer almıyor; onun için yapılan İngiliz ajanı, Selanik dönmesi gibi çirkin yakıştırmalar, Işid hayranı olan bir roman kahramanına söyletiliyor.

Atatürk’ten ayrıca “Edebi ve ebedi gölgelere dair” başlıklı bölümde, müstearlar topluluğu içinde Asım Us takma adıyla söz ediliyor. Bu ad, Atatürk’ün 1937’de kısa bir süre kullandığı ve çoğumuzun bilmediği takma adı (sayfa 266).

Okuru isyan ettiren satırlar bu kadarla kalmıyor: “HH ile Emre’ye Dair” başlıklı bölümde

1910 yılında Enver, Talat, Cemal Paşaların, daha sonra çeşitli yurttaş toplulukları üzerinde uygulayacakları toplu kıyımın provasını İstanbul köpekleri üstünde yaptıkları bir kahramanı tarafından iddia ediliyor.

Burada “toplu kıyımlar” sözleriyle çok hassas bir konuya “soykırım”a gönderme yapılmış (sayfa 386). Üstelik “çeşitli yurttaş toplulukları” sözüyle birçok toplu kıyım yapıldığı iddiası ortaya atılıyor. Bir Türk yazarının romanında bir kahramanın ağzından bu ağır suçlamalara yer verilmesi şok etkisi yapıyor ve bir soru ister istemez akla geliyor: Sırada hangi soykırım iftiraları var?

Bu tür konuların bir köşe yazısında dile getirilmesi mümkünken bir roman kahramanı ağzından dile getirilmesi romana siyasi bir boyut katıyor, hatta romanın yazılma amacının sorgulanmasına neden oluyor.

Bir yazar roman kahramanlarını özgürce seçer, özgürce konuşturur; fakat bu romanın bitiminde okurun aklına bazı sorular takılıyor: Roman kişilerinin “toplu kıyım”, “Roboski hâlâ kanıyor”, “katil Ankara” değinmeleri, İstiklal Marşı eleştirileri, acaba yazarın kendi düşünceleri mi? Eğer değilse karşı tezleri savunan kişilere romanda neden yer verilmedi? Bu yapılmadığı için tek taraflı eleştiriler, Türkleri aşağılamaya, suçlamaya, giderek bir milleti yargılamaya yol açıyor.

Bitirirken, AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi)’in 15 Ekim 2015 tarihli ‘Perinçek-İsviçre’ davasının kararı ışığında şunları eklemek istiyorum: AİHM kararı, Ermeni Soykırımı yalanını bitirdi, 1915 olaylarının soykırım kapsamında olmadığını karara bağladı. Dünya kamuoyunun bu konuya bakışı değişti, daha da değişecek. Dünya hukuk tarihine geçerek içtihat oluşturan bu karardan sonra birçok ülkenin soykırım yasaları kadük (yok hükmünde) hale gelmişken “sözde soykırım”ı işleyen, ima eden bütün yazıların hiçbir önemi ve değeri kalmamıştır. Toplumsal ve tarihsel gerçeğin dışına düşmüştür.

Sonuçta, Konstantiniyye Oteli, psikolojik derinliği olmayan karakterleriyle, mezhep ve etnik ayrımcılığı kaşıyan kişi ve olaylarıyla akılda kalıyor. Bizans’ın Konstantiniyye’sini ve İstanbul’umuzu tüm zenginliğiyle anlatan bir roman bekleyenlerde düş kırıklığı yaratıyor.
Aralık 2018, Datça