“1947 yılında Yığılca beldesine atandım. 254 frengili hasta; yıllardan beri geçici olarak gelen sağlık koruyucuları başka yere atandıklarından hastalara verilen ilaçlar ve uygulanması gereken tedavileri yarım kalmıştı. Bu kişiler, hastalığı taşıdıkları için resmi nikah izni de alamıyorlardı. Böyle olunca da zorunlu olarak, çocukları, hatta torunları nüfusa kayıt edilmeksizin yaşamak zorunda kalıyorlardı… Karaçötlen köyünde çiçek hastalığının başta köyün eğitmeni olmak üzere, çocuk, büyük demeden 27 kişiyi yok ettiğini görünce sağlık olmayan yerde başta eğitim olmak üzere yaşamın durduğunu saptamış oldum…” (1)
Denizli’de yaşayan Gönen Köy Enstitüsü mezunu emekli öğretmen Ali Susar anlatıyor:
“Söğüt(Denizli’nin dağ köyü) için en çok istediğim şey yoldu. Okula, çarşıya, hastaneye ulaşamıyorduk… Bugünlerde bize iki yüz lira zam verildi. Bu parayı yola harcayabilirim, diye düşündüm. İki yüz lira önemli bir paraydı. Bununla köyde küçük bir ev alınabilirdi. Önceki yıllarda mezun ettiğim öğrencilere haber saldım. Toplandık onlara konuyu açtım. Yolu kazma kürekle açacağız, arkası gelir, yeter ki biz başlayalım, dedim. Öğrencilerden sonra köyün hocalarını da harekete geçirdim. Öğretmene yardım edin diye halkı sürekli uyardılar…” (2)
Aramızda yaşayan son köy enstitülü babalarımızın anıları sürer gider. Yakın geçmişten aktardığım bu anılar, bugünün gençlerinde hangi duyguları uyandırır, tahmin etmek zor; fakat Köy Enstitülü babalarımızın ideallerinin ne kadar büyük olduğunun en güzel kanıtı. Onların ayakları vatan toprağına basıyordu; tümü birer halk önderiydi. Başta Atamız olmak üzere Cumhuriyet’i kuran öncülere yürekten inanmışlardı. Kırk bin köy ortaçağ karanlığından kurtarılacak; uzun sömürü ve savaş yıllarından arta kalan harabe vatan onarılacak ve kalkındırılacak, vatan borcu ödenecekti.
Geçmişimizdeki görkemli ütopya: Köy Enstitüleri
Bu idealist kuşağı bağrında yetiştiren enstitüler, özgürlük, eşitlik, kardeşlik yuvalarıydı. Eğitim politikası milliydi, çağdaştı, taklitten uzaktı. Bu, öyle bir projeydi ki, okul kocaman bir işlikti. Şiddet yoktu, ayrımcılık yoktu; çağdaşlık vardı, bilim vardı, sanat vardı. Sevgi saygı, paylaşım vardı. En önemlisi üretime dönük bir uygulamalı eğitim vardı. Okulunu kendisi yapıyor, bahçede, işlikte üretim yapıyordu. Beyaz Zambaklar Ülkesinde’yi okuyor, Şekspir’in eserlerini sahneye koyup oynuyor, üstelik oynayacağı tiyatro eserini kendisi yazıyordu. Fidan da dikiyor, enstrüman da çalıyordu.
Yüze yakın yazar, ozan yetişti enstitülerden. Edebiyatımız köy romanıyla tanıştı: Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Dursun Akçam, Pakize Türkoğlu, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Adnan Binyazar, Emin Özdemir, Ümit Kaftancıoğlu, Ali Yüce ve adını yazamadığım niceleri ...
Enstitülerde yetişen öğretmenlerin çocukları onları hep köylüyle birlikte bir işin başında gördü: Yolsuz köylere imeceyle yollar yapıldı, su getirildi, harap camiler onarıldı, köyler canlandırıldı. Köylere onlar sayesinde ilk kez radyo, traktör, ebe, sağlık memuru girdi. Yaşlılıklarında da birçoğu anılarını yazdı.
Bu yuvalarda yetişen, üretken, yaratıcı, özgüveni yüksek, vatansever, tam 17 bin 341 idealist öğretmen köylerin rengini değiştirdi. Devlet arkalarındaydı ve her sorunlarına yetişiyordu. Maaşları onlara saygın bir hayat sağlıyordu. Bu gencecik öğretmenlerle köylerde aydınlanma ve kalkınma seferberliği başlamıştı.
Bize gelince, köy enstitülü büyüklerimizin kültürel mirasçıları olarak onlar gibi aydınlanma imecemizi yorulmadan sürdüreceğiz. Tüm okullarımız, yeniden çağdaş, ulusal, laik, bilimsel, parasız ve karma eğitime kavuşturuluncaya kadar mücadele edeceğiz; çünkü çocuklarımıza, kız erkek ayrımı yapmadan, verilecek eğitim ya bu ülkenin geleceğinin sigortası olacak ya da yıkımı...
77. yılda tüm aydınlanma savaşçılarına selam olsun. 18 Nisan 2016
Arifiye Köy Enstitülü Sağlık Memurunun Anıları, sayfa 77, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları.
Bir Aydınlanma Öyküsü, Ali Susar, Gönen Köy Enstitüsü 1945 mezunu.