Datça’da yaşayan Köy Enstitülü büyüğümüz Muhsin Civelek anlatıyor:
“1942 yılında bir gün yemekhane nöbetçisiydim. Birkaç arkadaşımla tabakları, kaşıkları ekmeği (öğrenci başına günlük 150 gram) ve yemek dolu karavanaları masaların üstüne taşırdık. Öğrenciler sırayla masalara oturup yemeklerini yerlerdi. Öğretmenler de masaların başına oturup öğrencilerle birlikte yemek yerlerdi. Yemek yendikten sonra nöbetçi öğrenciler bulaşık karavanaları, tabakları, çatal ve kaşıkları toplayıp bulaşıkhaneye bırakırdı…
Halk türküleri öğretmeni Aşık Veysel Şatıroğlu da yanında yardımcısı küçük Veysel’le birlikte gelirdi, onların da yemeklerini verirdik. O gün yemekhane boşalmış, işim bitmişti. Aşık Veysel:
-Muhsin Bey Oğlum, sıladan bir name geldi. Şunu bir okuyabilir misin dinleyelim, dedi.
-Okurum öğretmenim, dedim. Gelen mektubu ağır ağır okudum. Dudakları mutlulukla büküldü. Sanki gözümün içine bakar gibi yüzünü bana çevirdi.
-Muhsin Bey oğlum, hazır buraya oturmuşken bu namenin bir aynını yazıverir misin?
-Seve seve öğretmenim, dedim. Yanındaki küçük Veysel’e cebinden birkaç kuruş çıkarıp okul kooperatifinden kağıt ve zarf aldırdı. İstediği nameyi yazdım. Bundan sonra benim yazdığım mektupların kolay okunduğunu söyledi ve birkaç defa daha mektup yazdık birlikte. Ruhu şad olsun.”*
Çoğumuz bilmez onun Arifiye Köy Enstitüsü’nde öğretmenlik yaptığını. Bildiğimiz, gözleri görmeyen fakat gönül ve akıl gözüyle gören bir köylü aydın ozan olduğudur.
Okula gitmemiş Aşık Veysel’e -halk müziği birikiminden ve saz çalmadaki ustalığından yararlanmak için- öğretmenlik görevi verecek kadar insanına değer veren genç Cumhuriyet, gerçek anlamda halkçıydı. Bu tutumu, öğretmen yokluğu, yetişmiş eleman azlığı gibi gerekçelerle açıklayamayız. Olsa olsa halkçılık politikasının cesur uygulamaları olarak değerlendirebiliriz.
-Muhsin Bey Oğlum, sıladan bir name geldi. Şunu bir okuyabilir misin dinleyelim, dedi.
-Okurum öğretmenim, dedim. Gelen mektubu ağır ağır okudum. Dudakları mutlulukla büküldü. Sanki gözümün içine bakar gibi yüzünü bana çevirdi.
-Muhsin Bey oğlum, hazır buraya oturmuşken bu namenin bir aynını yazıverir misin?
-Seve seve öğretmenim, dedim. Yanındaki küçük Veysel’e cebinden birkaç kuruş çıkarıp okul kooperatifinden kağıt ve zarf aldırdı. İstediği nameyi yazdım. Bundan sonra benim yazdığım mektupların kolay okunduğunu söyledi ve birkaç defa daha mektup yazdık birlikte. Ruhu şad olsun.”*
Çoğumuz bilmez onun Arifiye Köy Enstitüsü’nde öğretmenlik yaptığını. Bildiğimiz, gözleri görmeyen fakat gönül ve akıl gözüyle gören bir köylü aydın ozan olduğudur.
Okula gitmemiş Aşık Veysel’e -halk müziği birikiminden ve saz çalmadaki ustalığından yararlanmak için- öğretmenlik görevi verecek kadar insanına değer veren genç Cumhuriyet, gerçek anlamda halkçıydı. Bu tutumu, öğretmen yokluğu, yetişmiş eleman azlığı gibi gerekçelerle açıklayamayız. Olsa olsa halkçılık politikasının cesur uygulamaları olarak değerlendirebiliriz.
Günümüzde beyin göçüne ev sahipliği yapan Atatürk Cumhuriyeti altın beyinli gençlerini emperyalist ülkelere kaçırıyorsa bunu hepimizin düşünmesi gerekiyor.
Enstitüler bir köylü aydınlar ocağıydı.
Bitmeyen tükenmeyen bir vatan sevgisi ve ileri yaşlarda bile okumaktan, üretmekten vaz geçmeyen gerçek aydınlar. Tarlada, bahçede her türlü ürünü yetiştirmeyi bilen, yorgunluğunu okuyarak keman, saz ve mandolin çalarak gideren Cumhuriyet’in bu köylü aydınlarına öyle borçluyuz ki…
Onlar, az aldılar, çok verdiler.
Bağrında yetiştikleri Cumhuriyete ve bu halka asla ihanet etmediler.
Büyük bedeller ödediler fakat ideallerinden asla vazgeçmediler... Köyün yolu mu yok, okulu mu yok, yaptılar; suyu mu yok, getirdiler.
Enstitüler bir köylü aydınlar ocağıydı.
Bitmeyen tükenmeyen bir vatan sevgisi ve ileri yaşlarda bile okumaktan, üretmekten vaz geçmeyen gerçek aydınlar. Tarlada, bahçede her türlü ürünü yetiştirmeyi bilen, yorgunluğunu okuyarak keman, saz ve mandolin çalarak gideren Cumhuriyet’in bu köylü aydınlarına öyle borçluyuz ki…
Onlar, az aldılar, çok verdiler.
Bağrında yetiştikleri Cumhuriyete ve bu halka asla ihanet etmediler.
Büyük bedeller ödediler fakat ideallerinden asla vazgeçmediler... Köyün yolu mu yok, okulu mu yok, yaptılar; suyu mu yok, getirdiler.
Radyo, gazete girmeyen orta çağ karanlığındaki köylerde uygarlığa bir pencere açtılar, ışık ve aydınlık doldu onların köyleri… Kentin birikimini köylere taşıdılar.
Köy Enstitülü bir anne ya da babanın çocuğu olma şansına erişen benim gibi binlerce İkinci Kuşak Köy Enstitülü, Cumhuriyetin bu halkçı aydın öğretmen ve köy sağlık memuru yetiştiren okullarını özlüyoruz.
Meclisimizde bu ruhu taşıyan köy kökenli aydınları göremiyoruz nedense. Gizli bir el onları uzaklaştırıyor sanki, karar mekanizmalarından. Onların eli, bu ülkenin yönetimine, meclisine deyse nasıl bir ülkede yaşardık hayali bile heyecan verici.
Halkın arasında yaşayan, onlardan korkmayan, kaçmayan, onları aşağılamayan yöneticiler… Çağdaş, akılcı, laik, her bireye ulaşan eğitim kurumları. Az tüketip çok üreten bir toplum…
Sabahları halk oyunları, zeybekler oynayarak müzikle güne başlayan, kültür derslerinden sonra öğleden sonra işliklerde her türlü üretimi yaparak yaşayarak öğrenen iş içinde pişmiş, özgüveni yüksek gerçekten özgür, öğrenciler…
Gördüğü yanlışları korkmadan eleştiren sorumluluk duygusu yüksek, önce vatan, diyen yurttaşlar.
Vefa, değerbilirlik Türk halkının mayasındadır.
Atamızın çılgın projelerinden biri olan Köy Enstitülerini, bu benzersiz projeyi, yeniden canlandıracak cesur bir yönetim mutlaka bir gün gelecektir.
Ekim 2016
* Muhsin Civelek, Arifiye Köy Enstitülü Sağlık Memurunun Anıları, sayfa 47
Köy Enstitülü bir anne ya da babanın çocuğu olma şansına erişen benim gibi binlerce İkinci Kuşak Köy Enstitülü, Cumhuriyetin bu halkçı aydın öğretmen ve köy sağlık memuru yetiştiren okullarını özlüyoruz.
Meclisimizde bu ruhu taşıyan köy kökenli aydınları göremiyoruz nedense. Gizli bir el onları uzaklaştırıyor sanki, karar mekanizmalarından. Onların eli, bu ülkenin yönetimine, meclisine deyse nasıl bir ülkede yaşardık hayali bile heyecan verici.
Halkın arasında yaşayan, onlardan korkmayan, kaçmayan, onları aşağılamayan yöneticiler… Çağdaş, akılcı, laik, her bireye ulaşan eğitim kurumları. Az tüketip çok üreten bir toplum…
Sabahları halk oyunları, zeybekler oynayarak müzikle güne başlayan, kültür derslerinden sonra öğleden sonra işliklerde her türlü üretimi yaparak yaşayarak öğrenen iş içinde pişmiş, özgüveni yüksek gerçekten özgür, öğrenciler…
Gördüğü yanlışları korkmadan eleştiren sorumluluk duygusu yüksek, önce vatan, diyen yurttaşlar.
Vefa, değerbilirlik Türk halkının mayasındadır.
Atamızın çılgın projelerinden biri olan Köy Enstitülerini, bu benzersiz projeyi, yeniden canlandıracak cesur bir yönetim mutlaka bir gün gelecektir.
Ekim 2016
* Muhsin Civelek, Arifiye Köy Enstitülü Sağlık Memurunun Anıları, sayfa 47